Passa ai contenuti principali

Kalpteki el: Papa Leo XIV karşısında Erdoğan’ın anlamlı sessizliği


Türkiye'ye yapılan bu ziyaret en yüksek beklentilerle açılıyor, ancak tarih bize defalarca göstermiştir ki, bir dönüm noktasını tanımlayan şey sadece söylenen sözler değildir: Bazen söylenmeyenler, bir jest eşliğinde, herhangi bir resmi açıklamadan çok daha güçlü konuşur. İlk kez Papa Leo XIV ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki görüşmeyi ve ardından Millî Kütüphane içindeki Cihannüma Salonu'nda yapılan basın toplantısını bu bağlamda değerlendirmek gerekir: Sadece mekânın ihtişamı açısından değil, taşıdığı sembolik boyutla da tarihi bir olay.

Cihannüma Salonu — kelimenin tam anlamıyla "dünyaya açılan pencere" — sıradan bir mekân değildir. 100'den fazla ülkeden gelen ve 134 farklı dilde bulunan kitaplarla zenginleştirilmiş, kubbesinde Alak suresinin 4. ve 5. ayetlerinin Türkçe çevirisinin yer aldığı son derece sembolik bir mekândır: "Kaleme yazmayı öğreten O'dur. İnsana bilmediğini öğreten O'dur." Bu ifadeler, zaten oldukça yalın ve güçlü, bu buluşmanın derin sembolik anlamını kavramak için ideal bir çerçeve sunuyor: İnsanlar, kültürler ve dinler arasında bir köprü olarak evrensel bilginin kutlandığı bir salon.

İkili görüşmenin ardından Erdoğan basına hitap etti. Söyledikleri elbette ki önemliydi. Ancak söylemedikleri ve yaptıkları çok daha önemliydi. Cumhurbaşkanı konuşması boyunca sağ elini defalarca kalbinin üzerine götürdü.

Bir Batılı için bu jest basit bir nezaket ya da resmi bir duruş gibi görünebilir. Fakat İslam ve Orta Doğu kültürlerinde bu jest çok daha derin bir anlam taşır.

İslam'ın mistik geleneği olan tasavvufta, bu jest Hz. Muhammed'in (s.a.v.) hayatındaki önemli bir olaya işaret eder.

Hicret sırasında — Mekke'den Medine'ye göç — Peygamber, Sevr Mağarası'nda Hz. Ebu Bekir ile sığınmışken, elini kalbinin üzerine koyarak Allah'tan aldığı bilgeliği ona ruhsal bir şekilde aktarmıştır. Gelenekte şöyle denir:

"Allah'ın kalbime koyduğu her şeyi, ben Ebu Bekir es-Sıddîk'ın kalbine aktardım."

Şimdi, Erdoğan'ın bir sufi olduğu söylenemez. Bilindiği üzere o, sünni bir Müslüman ve çağdaş bir devlet adamıdır; pragmatik, hesapcı ve toplumsal duyarlılıkları iyi okuyan bir liderdir. Bu jesti dini bir ritüel olarak değil de, Papa'ya karşı duyulan samimi saygının bir işareti olarak benimsemesi, bu hareketi derin bir diplomatik niyet beyanına dönüştürüyor.

İşte jestin özü burada yatıyor: Kalbe el koymak boş bir kalıp değildir. "Samimiyetle konuşuyorum, açık konuşuyorum, kalbimle konuşuyorum" demektir. Arap ve Türk-İslam kültüründe kalbe dokunmak kendini sunmak anlamına gelir: sadece bedenini değil, ruhunu ve aklını. Bu bir barış jestidir, güven göstergesidir ve karşındakini saygıya değer bir insan olarak kabul etmenin işaretidir. Ve özellikle devlet başkanları arasındaki diplomatik ilişkilerde son derece nadir görülen bir harekettir. Erdoğan'ın önceki papalara — Papa Francesco dahil — bu kadar istikrarlı ve içten bir şekilde bu işareti yaptığı pek hatırlanmaz.

Genel izlenim, Erdoğan'ın söze dökmeden bir mesaj iletmek istediğidir: "Seni evrensel bir ruhani rehber olarak kabul ediyorum. Sadece Katolik Kilisesi'nin başı olarak değil, dünyanın ahlaki otoritesi olarak."

Sonuçta bu jest, yüzyıllar boyunca karşıt olarak anlatılan iki dünya görüşü arasında bir köprü kuruyor: İslam ve Hristiyanlık.

Tarihsel-kültürel açıdan Erdoğan, Osmanlı İslamı'nın ruhunun mirasçısı olarak kendini konumlandırıyor: Evet, bir imparatorluk İslamıydı, ama aynı zamanda şaşırtıcı derecede hoşgörülü, tarihteki en büyük çok dinli ve çok kültürlü siyasi yapılardan birinin yöneticisiydi.

1453'te İstanbul'un fethinin ardından Osmanlı sultanları — millet sistemi çerçevesinde — Hristiyanlara ve Yahudilere din özgürlüğü ve cemaat yapılanması garantisi sağladılar. İnanç topluluklarına dini ve medeni özerklik tanıyan bu model, bugün Erdoğan tarafından Türkiye'nin Doğu ile Batı arasında, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü olduğu fikrini desteklemek için yeniden referans gösterilmektedir.

Bu bağlamda, kalbe konan el folklorik bir hareket değildir. Kimlik beyanıdır: İslam'ı saldırgan bir ideoloji olarak değil, bir medeniyet olarak sunar. Ve bu anlatıda Papa bir rakip değil, saygı duyulan ve ciddiye alınan bir muhataptır.

Erdoğan'ın sözle ifade etmediği — ve belki de edemediği — şey kalbine götürdüğü elle ifade edilmiştir: kişisel saygının, ruhani takdirin ve diyalog arzusunun mesajıdır. Cihannüma Salonu dünya için bir pencereyse, Erdoğan'ın jesti de modern Türkiye'nin kalbi için bir pencere olmuştur. Belki de bu anlamlı sessizlikten İslam ve Hristiyanlık arasındaki ilişkilerde yeni bir dönem doğacaktır — kuşkudan değil, karşılıklı tanımadan beslenen.

Basın toplantılarında sözler geçer. Jestler kalır. Ve bu jest uzun süre hatırlanacaktır.

Marco Baratto

Commenti

Post popolari in questo blog

Un Pontefice sotto attacco : Papa Francesco

Fin dall'inizio del suo pontificato, Papa Francesco è stato bersaglio di critiche e contestazioni, ma negli ultimi anni questi attacchi si sono trasformati in una vera e propria campagna di delegittimazione. Se da un lato le critiche a un Pontefice non sono una novità nella storia della Chiesa, la violenza mediatica e la pervasività della disinformazione contro Francesco assumono caratteristiche senza precedenti, alimentate da social network, gruppi ultraconservatori e tensioni geopolitiche. Alla base di questa offensiva si trova una combinazione di complottismo, manipolazione delle informazioni e interessi politici che vedono nel Papa un ostacolo a strategie più ampie. Uno degli strumenti principali di questa guerra mediatica è la diffusione di teorie complottiste che mettono in discussione la legittimità stessa di Francesco come Pontefice. I cosiddetti sedevacantisti, ossia coloro che ritengono invalida l'elezione di Bergoglio dopo le dimissioni di Benedetto XVI, sostengono c...

Gli Attacchi a Papa Francesco: Cosa Si Nasconde Dietro le Critiche al Santo Padre?

Papa Francesco ha incarnato fin dal primo giorno un'immagine diversa del papato: più vicina alla gente comune, meno formale, più attenta ai temi della giustizia sociale, dell'ambiente, della pace e dei diritti umani. Il suo stile pastorale semplice e diretto, il suo rifiuto del clericalismo, la sua apertura al dialogo con chiunque cerchi il bene, hanno rappresentato una cesura rispetto a un certo conservatorismo ecclesiale che per decenni ha dominato ampi settori della Chiesa.  continua qui

One Easter without asking the Orthodox for anything in return

Over a century ago, Pope Leo XIII, now echoed with renewed clarity and urgency by Pope Leo XIV, affirmed that the preservation of Eastern Christian rites is more important than is commonly believed. In a bold and prophetic stance, Leo XIII went so far as to order that any Latin missionary—whether secular or religious—who attempted to draw Eastern Christians into the Latin rite by persuasion or assistance should be removed from his office. This was not merely a disciplinary note; it was a deeply theological statement about the dignity, value, and irreplaceable richness of the Eastern traditions within the universal Church. It was a reminder that unity does not mean uniformity, and that the Catholic Church is truly catholic only when it embraces the full breath of its liturgical, theological, and spiritual traditions. This concern has found a strong voice in Pope Francis, who has often highlighted the treasure that the Eastern Churches represent, both those in full communion with Rome an...